Demokrasinin tarihsel dizininin de ortaya koyduğu gibi kökeninde yerel yönetim yatıyor, kent devleti yatıyor. Demek ki, ilk ortaya çıkan bir uygulama olarak demokrasi doğrudan yerellikle ve kentlerle ilgili bir pratik ifade ediyor ve aşağı yukarı da 19. Yüzyıla kadar demokrasi kavramının çağrıştırdığı şey hep kent devletlerinde uygulanan model olmuştur ve bugün artık geldiğimiz noktada kısa bir aradan sonra, 1-1,5 asırlık bir aradan sonra tekrar kent demokrasisi kentle demokrasi kavramı arasındaki ilişki yeniden yaygın ve etkin bir hareket olarak karşımıza çıkmış bulunuyor.
Demokrasiyi doğrudan yerel yönetimlere bağlayan, demokrasiyi bir kentsel yaşamın ürünü olarak ortaya koyan düşüncenin temelinde şu iki nesnel olgu yer almaktadır: Birincisi, demokrasinin tek egemen biriminin ulus-devlet olarak kabul edilmesinin ortaya çıkardığı optimizasyon sorunu. Yani düşünün, 60 milyonluk bir Türkiye’de saf haliyle ya da halkın büyük bir bölümünün katılımıyla bir uygulamanın, bir yönetimin gerçekleştirilmesi ölçek açısından mümkün değil. Dolayısıyla, bu kadar büyük bir ölçekte demokrasinin aslında göstermelik olduğu yönünde bir eleştiri ortaya atılıyor ve bu eleştiri çerçevesinde de demokrasinin yeniden yerel ölçeklerde güçlendirilmesi, ancak yerel ölçeklerde güçlendirilen demokrasinin sonuçta demokratik bir devleti oluşturabileceği yönünde bir görüş ortaya çıkıyor.
Nitekim, baktığımız zaman hakikaten ulus-devlet ölçeğinde, hele Türkiye gibi nüfusu gayet kalabalık bir ulus-devleti göz önüne aldığınızda halkın demokrasinin doğasında olan katılım ve denetim yetkileri gerçekten de lafta kalmakta, demokrasi sadece bir ritüele dönüşmektedir. Nedir o ritüel? 4 ya da 5 senelik periyotlarda sandık başına gidip oy atmaktan ibaret olan bir ritüel.
Yerellikle demokrasi arasındaki ilişkiyi tekrar gündeme getiren ikinci olgu ise, küreselleşen dünyada kentlerin büyük ölçüde kendi ulusal yapılarını belirleyici rol üstlenmeleri ve uluslararası arenada da giderek artan bir etkinliğe sahip olmaları olgusu yer alıyor. Ben 5 yıllık bir dönemde Ankara Büyükşehir Belediyesinde yönetici konumunda bulundum. Gerçekten de özellikle Avrupa’da artık bir sürü alanda ulus-devletlerden değil; ama ulus-devletler içinde yer alan kentlerden bahsedilmesi söz konusu. O ulusu tanıtmak kentler vasıtasıyla oluyor ve Berlin, Almanya’dan çok daha önemli, Amsterdam, Hollanda’dan çok daha önemli, Napoli, İtalya’dan çok daha önemli. Palermo yine İtalya’nın bir bölgesi içinde yine İtalya’dan çok daha önemli ve bütün kültürel kimlik, bütün ekonomik kimlik ve bütün sosyal kimlik kent ölçeğinde dış ilişkilerde kentler vasıtasıyla belirleyici bir nitelik kazanıyor.
İşte bu olgular yerel yönetimin 21. Yüzyıl demokrasisinin bir tür optimum ve etkin birimi olarak kabul edilmesi gerektiğini ileri süren görüşleri ortaya çıkarıyor ve bana göre de demokrasi günümüz dünyasında gerçekten ancak yerel malzemelerle ve aşağıdan yukarıya doğru tabanın demokratik yönetime bağlılığına ve katılımına dayalı bir biçimde oluşturulabilir görünüyor.
Yerel yönetimin temel organı olan belediyelerin, Batıdaki yönetme ve karar organı olan belediyelerin Batıdaki oluşum süreciyle Türkiye’deki oluşum süreci arasında tam bir zıtlık olduğunu belirtmek isterim. Çünkü Batıda yerel yönetim, onun organı olarak belediye, tam anlamıyla bir sivil toplum örgütlenmesi olarak ortaya çıkmıştır. Neye karşı? Feodal dönemin son aşamalarında aristokrat sınıfın egemenliğinin son aşamalarında ticaret vasıtasıyla gelişen kentler aristokrasinin, feodal beylerin, kralların yönetimine karşı ticaretlerini, zenginliklerini ve yurttaşların kültürlerini serbestçe ifade edebilmeleri ve geliştirmeleri için kendi kentlerinin yönetimine talip olmuştur orada yaşayan insanlar ve birtakım organlar oluşturmuşlardır. Bu organlar, ticareti düzenlemekten, kültürel ihtiyaçları gidermeye kadar ve yaşanılır bir çevre ve hizmetler üretmeye kadar yaşamın her alanında kentteki faaliyetleri düzenleme konumuna gelmiştir ve burada neler yapılacağı, hangi kararların alınacağı ve feodal beylere karşı kentin nasıl savunulacağı bizzat o kentte yaşayan insanlar tarafından karara bağlanmış ve yürütülmüştür. Dolayısıyla, bu bir sivil inisiyatiftir. Hiçbir resmi ölçeğe bağlı değildir. Sonunda da bütün bu işleri yapabilmesi için belediye diye bir kurum oluşmuştur, ortaya çıkmıştır ve halk belediye vasıtasıyla kendisinin nasıl yönetileceğine karar vermiştir.
Oysa Türkiye’de özellikle belediyelerin, genel yerel yönetimlerin demokrasinin beşiği olduğu biçimindeki söylem hiç de geçerli değildir. Çünkü Türkiye’de belediyecilik hareketi ve belediye kurumu hiçbir zaman bir sivil inisiyatif tarafından oluşturulmamış, bir sivil toplum girişimi olarak ortaya çıkmamış, tam tersi merkezi yönetimin birtakım alanlarda bazı işleri birilerinin yapması uygun görmesi sonucunda ortaya çıkmış bir kurum olmuştur.
Ancak buna karşın yine de demokratikleşme açısından yerel yönetimlerin demokrasinin beşiği olduğu biçimindeki söylem gerçekten de çok önemli bir söylemdir ve âdeta bir demokrasi hareketinin temel taşlarından birini oluşturmaktadır. Aşağı yukarı bizde belediyeciliğin 1,5 yüzyıllık bir geçmişi var.